Şârihin Görünmezliği

röportaj

Öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri ve yolculuğunuzdan haberdar olabilmeleri için kişisel serencamınızdan biraz bahseder misiniz?

Erzurum’da doğdum. İlkokulu memleketimde okuduktan sonra, orta ve liseyi İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde tamamladım. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuyum. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çeşitli görevlerde bulundum. 2005 yılında Pendik Haseki Eğitim Merkezi’nde ihtisas kursunu tamamladım. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarımı Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde tamamladım. Lisansüstü çalışmalarım tefsir alanı üzerinedir. Yüksek lisansta Kur’an’da ümmet kavramını, doktorada ise hicri II. asırdaki siyaset-tefsir ilişkisini çalıştım. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Trabzon İhtisas Eğitim Merkezi’nde öğretim görevlisi olarak çalışırken 2011 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne tefsir öğretim üyesi olarak atandım. 2018 yılından itibaren de Trabzon Üniversitesi bünyesinde öğretim üyesi olarak akademik hayatıma devam etmekteyim. 2017 yılında doçentlik, 2022 yılında da profesörlük ünvanını aldım. Akademik çalışmalarım tabii olarak öncelikle tefsir alanıyla ilgili. Tefsir, diğer İslami ilimler gibi aslında geniş bir alanı kapsıyor. Ben bu alan içinde “Kur’an’ı doğru anlamanın keyfiyeti” diyebileceğim kısımla daha ziyade ilgilendim ve ilgilenmeye devam ediyorum. Ancak İslami ilimler, her ne kadar farklı branşlarla ifade edilse de aslında bir bütünlük içerisinde düşünüldüğünde anlamlı hale geliyor. Çünkü ilimler iç içe geçmiş durumda ve birbirleriyle çok çeşitli bakımlardan ilgili. O sebeple belli bir alanda yoğunlaşsak da İslami ilimlerin diğer kısımlarıyla da ilgili olmak durumundayız... Sanırım serencamımdan bu kadar bahsetmek yeterli olur. 

Sizi bu kitabı çevirmeye iten şey neydi? Şârihin Görünmezliği sizin için nasıl bir anlam taşıyor?

Bu kitaptan aslında bir arkadaşım -Prof. Dr. Mehmet Bulgen- vesilesiyle haberdar oldum. O bana kitabı tercüme etmekle ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sormuştu. Kitabı incelediğimde konusunun ve konusunu ele alış biçiminin benim şerh-hâşiye meselesiyle ilgili düşüncelerimle uyuştuğunu gördüm. Dolayısıyla kitabı tercüme etmeye karar verdim. 

Şârihin Görünmezliği, İslam ilim geleneğindeki şerh-hâşiye meselesini aydınlık bir kafayla ve işin hakikatine odaklanarak ele alıyor. Bu konuda pek çoklarının tekrar ettiği ezberlere itibar etmiyor ve hatta onların yanlışlığını titiz bir şekilde ortaya koyuyor. Bu ezberler genel olarak şöyle ifade edilebilir: İslam ilim geleneğinde ne zaman ki şerh ve hâşiye yazımı yaygınlık kazanmıştır işte o zaman Müslümanlarda ilim ölmeye başlamış, gerçek manada ilmi üretim zayıflamış, orijinal eser ortaya koyma işi bitmiş, eskilerin aynen tekrar edilmesiyle giderek ilim müessesesi çökmüştür. Tercümenin ön sözünde bu tür düşüncelerin nereden kaynaklandığını ve temsilcilerini kısaca örneklendirmeye çalıştım. Şârihin Görünmezliği kitabı işte burada devreye giriyor ve bu türden düşüncelerin yanlışlığını ortaya koyuyor. Bunu yaparken de savunmacı bir gayret içine girmeden ve şerh-hâşiye konusunda mütebahhir bir âlimin örnekliğinde, bizzat eser incelemeleri üzerinden meseleye odaklanıyor. Dolayısıyla bu kitap şerh-hâşiye geleneği konusunda hakikati dile getiren bir ses olması hasebiyle benim için son derece anlamlı ve önemli bir hale geliyor.

Elbette ki bu kitap, bu konuyu ilk dile getiren bir çalışma değil. Türkçe’de de modern zamanlarda bu hususta yazan İsmail Kara, İhsan Fazlıoğlu gibi hocalarımız, başka akademisyen arkadaşlarımız var. Ancak hem batılı bir yazarın elinden çıkmış olması hem de örnek olay incelemeleri eşliğinde meseleyi ele alması, ayrıca Zekeriyyâ el-Ensârî gibi pek çok bakımdan velûd bir âlimi zeminine yerleştirmiş olması kitabı ziyadesiyle anlamlı ve önemli kılıyor.   

Kitabın ismi, yorumcunun ya da şârihin “görünmezliği” kavramı etrafında dolaşıyor. Sizce bu kavram, İslamî ilimler bağlamında nasıl bir karşılık buluyor?

Kitabın orijinal ismi The Anonymity of a Commentator. Buradaki “anonymity” kelimesi “kişinin gerçek isminin bilinmemesi, tanınmaması, saklı kalmış olma vs.” gibi anlamlara geliyor. Metnin bir yerinde yazar bu hususla ilgili “invisibility” (görünmezlik) ifadesini de kullanıyor. Bu sebeple ben de “anonymity” kelimesini “görünmezlik” olarak karşılamanın uygun olduğunu düşündüm. Görünmezlik ifadesi yazarın kastını da aslında güzelce karşılıyor.

Yazar “şârihin görünmezliği” ifadesiyle, özellikle İslam ilim geleneğinde şârihin ortaya koyduğu eserde kendi şahsiyetini geri plana çekerek şerh ettiği asıl metnin otoritesine hizmet etmesi durumunu anlatmak istiyor. Şerh ve hâşiye geleneğinde bunu görmek mümkündür. Aslında sadece şerh geleneğinde değil, kanaatimce bütün bir İslami ilim geleneğinde bu durumun geçerli olduğu söylenebilir. Mesela tefsir alanından örnek vermek gerekirse, kronolojik olarak birbirini takip eden ancak öncekinin şerhi-hâşiyesi olmayan pek çok tefsir eserinde, pek çok âyetle ilgili olarak önceki söylenenlerin tekrar edildiğini görmek mümkündür. Bu tekrarlar bazen can sıkıcı gibi gelir ancak öyle sanıyorum ki burada da âyetle ilgili herhangi bir hususu ilk dile getiren metnin otoritesi ön plana çıkarılmak isteniyor. Yani eser sahibi bir şârih olmasa da bu anlamda kendi eserinde kendisini önceki asıl metnin lehine geri plana çekiyor.

Bu husus İslam ilim geleneğinde “metne” bakışla ilgilidir. Burada “metin”, herhangi bir ilim dalında meseleleri büyük bir yetkinlikle ortaya koyduğu düşünülen eser anlamına geliyor. Sonraki âlimlerde bu metinle ilgili oluşan bu kanaat, ondan nakilde bulunurken olduğu gibi onu şerh ederken de kendini gösteriyor. Dolayısıyla âlim o metni şerh ederken metne anlam katmak yerine zaten onda var olan fakat saklı gibi görünen anlamı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bu da şârihin biraz geri planda kalmasını, “görünmez” olmasını, yani metnin önüne geçmemesini gerekli kılıyor. Bu mesele, belirttiğim gibi, ilme, metne ve geçmiş otoritelere hürmet ve tazimin bir yansımasıdır. Çünkü İslâm ilim geleneğinde hakikate ulaşmak için gereken şartlardan biri de tevazudur ve otoriter metne hürmet tevazu gereğidir.

Bu “görünmezlik” konusuyla ilgili olarak şunu da söylemek mümkündür sanırım: İslâm ilim geleneğinde esasında ilim, genelde nakil yoluyla aktarılır. Dolayısıyla bir âlim, önceki otoritelerin görüşlerini değerlendirir, tenkit eder, şerh eder ama bütün bu faaliyetler esnasında kendisini “üreten” değil, “aktaran” konumda görür. Bu da onu bir anlamda “görünmez” kılar çünkü asıl kıymet, metne ve silsileye aittir, şahsa değil.

Yazarın da kitapta belirttiği gibi özellikle müslüman şerh-hâşiye geleneğinde aslında şerh faaliyeti ferdi değil kolektif ve kümülatif bir süreç olarak görülmüştür. Bu sebeple şârihlerin şerhleri vasıtasıyla ortaya koyduğu görüşler aslında tek tek fertlere değil bütün bir geleneğe ait kabul edilmektedir. Bu durumda şârihin görünmez oluşu, işte şerhin bu kolektif yapısına da işaret etmektedir.

Netice itibariyle “Şârihin Görünmezliği” kavramının, İslam ilim geleneğinde şârihin ferdi kimliğini ve özgünlüğünü bir anlamda bastırarak geleneğe, metne ve otoriteye bağlılığını öne çıkaran bir anlayışı temsil ettiğini söylemek mümkündür. Bu görünmezlik, ilim ehlinin tevazusunu, metne sadakatini ve şerhin kolektif yapısını ortaya koyar.

Metin oldukça yoğun felsefî ve kavramsal bir dil içeriyor. Bu çeviri sürecinde karşılaştığınız en büyük zorluk neydi?

Az önce de belirttiğim gibi her ne kadar temel alanım tefsir olsa da İslam ilim geleneğindeki şerh ve hâşiye yazımı da okumalar yaptığım ve dikkatimi çeken konulardan. Hatta doçentlik çalışması olarak Şihâbuddîn el-Hafâcî’nin Beydâvî tefsiri üzerine yazdığı hâşiyesini incelediğim bir kitap telif etmiştim. Bu kitabı yazarken şerh-hâşiye konusunu elden geldiğince incelemem gerekmişti. Diğer yandan İslami ilimlerin klasik örneklerine aşina olmak zaten bu alandaki bir akademisyen için zorunluluk gibi bir şeydir. Dolayısıyla kitabın tercümesinde bu anlamda pek zorluk yaşadığımı söyleyemem. Bununla birlikte yazarın çağdaş edebiyat eleştirisi, psikoloji, tarih gibi alanlardan ödünç alarak kullandığı bazı kavramları da bu alanlara müracaat etmek suretiyle tercümeye doğru bir şekilde yansıtmaya çalıştım.   

Çeviri sırasında özellikle terminoloji konusunda nasıl bir yöntem izlediniz? Arapça ya da Osmanlıca kökenli terimlerin Türkçeye aktarımı sizi zorladı mı?

Böyle bir kitabın okuyucu profilinin İslam ilim geleneğine ilgi duyan, özellikle şerh ve hâşiyelere dair belli bir arka plan bilgisine sahip, fıkıh, tasavvuf, tarih, tabakat vs. alanlarda okumalar yapan kimseler olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu okuyucu kitlesinin temelde konuyla ilgili Arapça kökenli terimlere aşina olması beklenir. Çünkü biz bu konuları Türkçe anlatırken, yazarken bile Arapça ağırlıklı bir terminoloji kullanıyoruz. O sebeple bu terimlerin Türkçe’ye aktarımı bu gibi kitapların tercümesinde pek bir sorun teşkil etmiyor. Hatta özellikle bu terimlerin Türkçe karşılığını bulmaya çalışmamak gerekiyor. Çünkü bunlar ıstılah olmuştur ve gelenekler ıstılahlar üzerinden yürür. Böyle olduğu için gerek şerh-hâşiye geleneğiyle, gerekse fıkıh, tasavvuf, tarih gibi alanlarla ilgili terimleri (msl. şârih, metin, şerh, hâşiye, ta’lik, ihtisâr, tefsir, te’vil, muîd, müstemlî...) mümkün olduğu kadar orijinal halleri üzere bırakmaya çalıştım. Çünkü bunları Türkçeleştirmeye (!) çalışmak hem anlam kaybına ve kavramsal sapmalara sebep olabilir hem de geleneğin sürekliliğine halel getirebilir. Hatta bu konuyla bağlantılı olarak mesela şöyle bir tasarrufta da bulundum: Yazar kitapta Arapça kitap isimlerinin İngilizce tercümelerini de parantez içinde veriyor. Fakat böyle bir kitabı okuyacak Türk okuyucusunun Arapça eser isimlerine âşinalığını ve çeviri isimlerin, orijinalindeki şiirselliği ve haşmeti tam yansıtmadığını düşündüğüm için bu parantez içi tercümelere yer vermemeyi tercih ettim.

Metindeki Arapça terim ve kavramları, yazarın kullandığı Arapça kaynakların orijinallerine müracaat etmek suretiyle de tahkik etmeye çalıştım. 

Bazı kavram ve terimlerin ise dipnotta kısaca açıklanması gerektiğini düşündüm. Bu sebeple -kanonik/kanonlaştırma, çapraz döllenme, lemmatik şerh, marginalia...- gibi bazı terimleri metinde aynen muhafaza edip dipnotta (ç.n.) rumuzuyla kısaca açıkladım.

Yorum, anlam ve otorite ilişkisi kitapta merkezi bir yer tutuyor. Sizce modern çağda bu ilişki nasıl evrildi?

Kitapta, bahsettiğiniz yorum-anlam-otorite ilişkisi bir şerh geleneği içerisindeki tezahürüyle ele alınıyor. Modern çağda yazım geleneklerinde şerh-hâşiye tarzı artık terk edildiği için elbette ki bu ilişkide değişiklikler ve dönüşümler gerçekleşti. Mesela klasik dönem şerh geleneğinde anlamın otoritesi metnin kendinde yahut onu ilk ve yetkin bir şekilde aktaranlarda (sahabe, müctehid, müellif vs.) görülürken, modern çağda bu otoritenin yorumcuya kaydığı söylenebilir. Yani modern çağda pek çok düşünür ve akademisyen için anlam, metnin kendisinden bağımsız olarak yorumcunun niyeti, perspektifi ve bağlamına bağlıdır. Bu da metnin değil artık yorumcunun merkezî hale gelmesi anlamı taşır.  

Yine yukarıda bahsettiğimiz gibi, klasik gelenekteki kolektiflik hali de modern çağlarda dönüşüme uğramış gibi görünüyor. Elbette bu da şerh tarzının terkiyle ilgilidir biraz. Klasik gelenekte yorum/şerh belli bir gelenek içinde oluşur, şahısları aşar ve o geleneğe ait kabul edilirdi. Silsile, hiyerarşi ve usul hayli önem arz ederdi. Modern çağda diğer pek çok şeyle birlikte yorum da kişisellikten payını almış gibi görünüyor. Ferdin kendi hayat tecrübesi, bizzat fert olarak kendisi, fikri tercihleri vs. yorumun muhtevasını daha çok belirliyor. Bu da aslında anlamın göreceleşmesine hatta parçalanmasına yol açıyor. Klasik gelenekte anlamın sürdürülmesine ve parçalanmamasına çok dikkat edilmiştir. Bu da daha ziyade nakil ile sağlanmıştır.

Yine şerh özelinde konuşursak, şerh bir açma, genişletme, detaylandırma ve keşfetme faaliyetidir. Bu faaliyet bir geleneğe yaslanarak, otoritelerin varlığını kabul ederek ve onlara azami hürmet besleyerek gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla şerh hakikati arama yolunda bir keşif vasıtasıdır, başlı başına ve bağımsız bir inşa değildir. Modern çağdaki çoğulculuk, öznellik, şüphecilik, otoritenin terki vs. durumlar yorumu da bir keşif aracı olmaktan çıkarıp başlı başına bir inşa sürecine dönüştürmüştür diyebiliriz. Artık yorumla anlam keşfedilmemekte, bilakis üretilmektedir. Tabi bu arada modern çağda da hâlâ eski geleneği en azından fikri planda devam ettirmeye çalışanlar vardır ve bunlar çağın akımına kapılmış, geçmiş otoriteleri reddeden, bilgiyi bizzat kendisinin üretebileceği iddiasında olan, kendi aklı ve yorumuyla var olmak isteyen modern bireylerle bir tür gerilim ve çatışma yaşamaktadırlar. Ki bu da gayet doğaldır.  

Okurun kitabı daha iyi kavrayabilmesi adına, metne eşlik etmesi gereken temel kavramsal ya da tarihsel bağlamlar neler olabilir?

Aslında kitabın muhtemel okuyucu profilinden söz ederken yukarıda bu hususa biraz değinmiştim. Okurun kitabı daha iyi kavrayabilmesi için bazı kavramsal, tarihsel ve entelektüel arka planlara sahip olması kitaptan faydalanmasını kolaylaştırır. Bu bağlamda okur İslam ilim geleneği ve şerh kültürünü tanımalıdır. Özellikle şerh geleneğinin nasıl işlediğine dair önceden bilgi sahibi olursa iyi olur. Bunun yanında bazı modern yorum teori ve yaklaşımları, hermenötik gelenekler hakkında bilgi sahibi olursa şerh kültürü ile kıyaslama imkânı doğar. Bu arada şerh kültürü sadece İslam ilim geleneğine ait bir tarz değildir. Kadim gelenekler çoğunlukla şerh ve hâşiye yazımı üzerinden ilerlemiş ve sonraki nesillere aktarılmıştır. Bu sebeple okurun başka geleneklerdeki şerh-hâşiye kültürünü tanıması da mukayese imkânı tanır. Ayrıca az önce değindiğimiz yorum-metin-otorite konusu ve bunun klasik-modern zamanlarda nasıl tezahür ettiği hususunda bilgiye sahip olmak da kitabın daha iyi kavranmasına yardımcı olur.

Kitabı çevirmeye başlamadan önce ve çevirdikten sonra, “şerh” kavramına bakışınızda bir değişiklik oldu mu?

Ben öteden beri şerhin ilmi hayatımıza tekrar girmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu elbette kolay bir şey değil. Çünkü bu bir gelenek ve bu gelenek şu anda başka bir şeye evrilmiş durumda. Aslında bugün de otoritelerimiz (âlim, metin) var ancak şerh geleneğimiz dediğim gibi başka bir şeye evrildiği için bizim onlara bakışımız da farklı oluyor. Fakat bir şekilde yine de otorite metinler oluşturmalı, ayrıca gelenekteki bazı metinlere yeni şerh ve hâşiyeler yazmalıyız. Elbette bu faaliyet çağımızın renginden bağımsız olmayacaktır. Bunu yaparsak neticede fikri geleneğimizle daha güçlü bir bağ kurabilir, eleştirel düşünme becerilerimizi daha geliştirebilir, yeni kavramlar üretme imkânına sahip olabilir ve klasik ilimleri çağdaş meselelerle farklı yönlerden ilişkilendirebiliriz. Bu kitabı çevirdikten sonra şerh kavramı etrafındaki bu hususların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım ve üzerine düşünme imkânı buldum diyebilirim. 

Bu kitabın Türkçe düşünce dünyasında nasıl bir yankı uyandırmasını bekliyorsunuz? Kimlerin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Aslında Türkçe’de son yıllarda şerh ve hâşiye geleneği üzerine kaliteli ve hakikati ortaya koyan çalışmalar yapıldığını söylemek gerekir. Özellikle Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı ve Beydâvi’nin Envâr’ı üzerine yazılan şerh ve hâşiyeler bağlamında yapılan çalışmalar burada örnek verilebilir. Bunlara ilaveten makale, tez ve kitap türünde başka çalışmalar da zikredilebilir. Bu çalışmaların bazılarında şerh ve hâşiye geleneğine yönelik yanlış, temelsiz ve haksız iddialar çürütülmekte ve şerh-hâşiye geleneğinin hakikati ortaya konmaktadır. Dolayısıyla Şârihin Görünmezliği kitabı, Türkçe’deki bu tür eserlere bir katkı ve fakat esaslı bir katkı anlamı taşımaktadır. Türk okurlar bu kitap vesilesiyle bir yandan İslam ilim âlemindeki şerh-hâşiye geleneğinin hakikatine muttali olabilecekler, bir yandan da batılı akademisyen ve araştırmacılar arasında İslam ilim geleneğini hakkıyla takdir etmeye başlayan bir damarın gelişmekte olduğuna şahitlik edeceklerdir. Kitap batıda bu alanda son yıllarda yazılmış en kapsamlı ve derinlikli çalışmalardan biridir.   

Kimlerin okuması gerektiğine gelince, öncelikle düşünce tarihiyle ilgilenen okurların bu kitaptan genel anlamda istifade edeceklerini söyleyebiliriz. İslam ilim geleneğini, müslüman âlimlerin yetişme, öğrenci yetiştirme, eser ortaya koyma tarzlarını; onbeş ve onaltıncı asır Memlükler dönemini, ulema-umera ilişkilerini, şerh ve hâşiye geleneğinin her bakımdan keyfiyetini merak edenler ve/veya yeniden düşünmek isteyenler kitabı mutlaka okumalıdır. Kitabın özellikle şerh-hâşiye geleneğinin fikri zeminini anlamada çok önemli bir kaynak olduğunu belirtmek gerekir. Bu bakımdan ilahiyat öğrenci ve akademisyenleri de kitaptan hayli istifade edeceklerdir. Yine yorum, hermenötik ve metin teorileriyle ilgilenenler için de kitap güzel bir kaynak durumundadır.

Son olarak, çevirmen olarak sizin için “görünmezlik” ne ifade ediyor? Siz çeviride ne kadar görünür olmak istersiniz?

Bu bağlamda benim için “görünmezlik” yazarın sesini mümkün olduğu kadar doğal haliyle okura iletebilmek, kendi sesimi onun önüne geçirmemek anlamına geliyor elbette. Ancak özellikle edebi, felsefi eserler söz konusu olduğunda “görünmezlik” meselesi çevirmeni zorlayan bir husustur. Çünkü bu tür eserleri mot-a-mot tercüme etmek anlamlı da işlevli de değildir. Dolayısıyla tefsiri/yorumsal tercüme yapmak gerekir. Böyle olduğunda da mütercimin sesi sıklıkla devreye girer. Bundan dolayıdır ki “her tercüme bir yorumdur” denmiştir. Yine aynı minvalde, İtalyanların “mütercimler haindir” (Traduttore, traditore) şeklinde bir vecizesi vardır. Yani bir mütercimin metni/sözü diğer dile etkili bir şekilde aktarabilmesi ancak o metne/söze ihanet ederek gerçekleşebilir. Anlaşılan o ki çeviride bu ihanet kaçınılmazdır, yani çevirmenin büsbütün “görünmez” olması imkân dâhilinde değildir. Zira bu tür eserler söz konusu olduğunda kelime seçimlerinden cümle yapısına, yaptığı ilave açıklamalara kadar birçok yerde çevirmen bir yorumcu gibi davranıp anlamın kurulmasında aktif rol oynamaktadır. Ancak, yazarın vermek istediği anlamı okuyucuya taşıma noktasında çevirmen mümkün olduğu kadar görünmez olmalıdır. Çünkü okur metni yazarının sesiyle duyabilmelidir. Bu durum elbette benim için de geçerli: Metni ister istemez yorumlayan ama yazara gölge etmekten kaçınan bir “görünmezlik.”

 

 

Röportaj: Deniz Demirdağ Temel

Etiketler: röportaj
Ağustos 20, 2025
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR