Ben tıp tarihi doktoruyum; aynı zamanda klinik aromaterapist, doğal parfüm tasarımcısı ve Anadolu’nun kadim şifa geleneklerini araştıran bir yazarım. Bilimsel merakımla sezgisel ilgilerim zaman içinde iç içe geçti. Bir Anadolu halk şifacısı olan büyük dedem Adanalı Çerçi Yusuf’tan aldığım ilhamla, Anadolu tıp mirası üzerinden başladığım akademik yolculuk, sahada aromatik bitki yetiştiriciliği, geleneksel ilaç üretimi, edindiğim bilgileri paylaştığım atölyeler ve tıp tarihî metinleri üzerinde parfümeri çalışmalarıyla derinleşti. Tütsüyle ilgili bu kitap, işte tüm bu katmanlı ilgi alanlarımın birleştiği bir odak noktası oldu.
Bu kitapta sizi en çok etkileyen şeyin, eski metinlerde gizlenmiş koku ve tütsüye dair bilgileri keşfetmek olduğunu söylüyorsunuz. Bu ilginiz nasıl başladı?
Kokulara ilgim çocukken evimizde yetiştirdiğimiz tıbbi bitkilerden yaptığımız yağlarla, anneannemin mutfak raflarındaki kokulu baharatları birbirine karıştırarak ürettiğim sihirli iksirlerle başlayan sezgisel bir farkındalık olarak ortaya çıktı diyebilirim. Tütsüye ilgimse eşimin şakayla karışık “evimizde benden çok yer kaplıyorlar,” dediği tıp tarihi metinleri üzerinde yaptığım koku araştırmaları sırasında, kıymetli hocam Prof. Dr. Ayten Altıntaş’ın yönlendirmeleri ile gelişti. Tüm bu süreçte aklımın bir köşesinde sürekli yankılanan bir soru vardı: “Koku ile varoluşsal ilişkimiz, kokunun tedavideki yeri neden bu kadar unutuldu?” Zaman içerisinde Osmanlıca tıp yazmaları okurken rastladığım “tebhir”, “buhur” gibi ifadeler, sandığımdan çok daha zengin ve tıbbi bir külliyatın kapısını araladı. Gördüm ki tütsü, yalnızca mistik değil aynı zamanda fizyolojik etkileri gözetilerek kullanılan bir tedavi aracıydı.
Tütsünün tarihsel izini sürmeye karar verdiğinizde ilk başvurduğunuz kaynak ya da dönem hangisiydi?
Açıkçası ne kadar veri toplayabileceğimi başta tam olarak öngöremediğim için zaman aralığını ve coğrafi kapsamı mümkün olduğunca geniş tutmaya karar verdim. Ayrıca dil ve erişim bariyerlerini de göz önünde bulundurarak ulaşabildiğim tüm kültürleri içeren bir yapı kurmak istedim. İlk sistemli araştırmam Mezopotamya tıbbına ait çivi yazılı tabletler üzerinde oldu. Çivi yazısı veri tabanlarında tütsüyle tedaviye dair çok katmanlı bilgiler bulmak beni çok etkiledi.
Sonrasında Antik Mısır’ın günümüze ulaşmış medikal papirüslerini, Hint Vedaları’nı ve klasik Ayurveda metinlerini; ardından da Geleneksel Çin Tıbbı’nın İngilizceye çevrilmiş temel kaynaklarını inceledim. Elbette Yunan ve Roma metinlerini atlamadan… Orta Çağ’da Avrupa’nın bitki kitapları (herballer) ve İslam hekimlerinin Arapça ve Farsça kaleme alınmış yazmalarını çalışmak tek kelimeyle büyüleyiciydi. Çalışmanın önemli bir ayağını da Osmanlı hekimlerinin eserleri oluşturdu. Yani başlangıç noktası Mezopotamya’ydı ama zamanla hem kaynaklarım hem de dönemsel çeşitlilik kendiliğinden çoğaldı.
Antik Çağ tıp metinlerinden Osmanlı tabiplerinin eserlerine kadar çok geniş bir kaynak yelpazesi kullanmışsınız. Bu kaynaklara ulaşmak ve onları değerlendirmek nasıl bir süreçti?
Oldukça titiz, zaman zaman da ciddi bir sabır gerektiren bir süreçti. En başta fark ettiğim şey “tütsü” ya da “tütsü ile tedavi”yi ifade eden pek çok farklı terim ve kelime grubunun olmasıydı. Bu durum, tarama sürecini oldukça karmaşık hâle getirdi. Bazen yüzlerce sayfalık metinleri inceledikten sonra tütsüye dair herhangi bir bulguya rastlamıyor fakat daha sonra yeni bir ifadenin -örneğin “tebhir” ya da “buhur”un farklı kullanımları- tütsüyü kastettiğini fark edip o kaynaklara dönüp her şeyi yeniden taramak zorunda kalıyordum.
Ayrıca her metnin, ait olduğu dönemin iklimi, inanç sistemi ve tıbbi anlayışı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini çok net gördüm. Aynı kelime farklı çağlarda farklı anlamlar taşıyabiliyor. Dolayısıyla sadece filolojik değil kültürel ve bağlamsal bir okuma da yapmam gerekti. Bu da çalışmayı sadece arşivsel değil yorumlayıcı ve analitik bir sürece dönüştürdü.
Araştırma sürecinde ulaştığım tüm tütsüyle tedavi referanslarını sistematik biçimde bir veri tabanına aktardım. Her bir kaydı, ait olduğu dönem, coğrafya, hastalık grubu, ilgili hekim ve kullanılan kaynakla ilişkilendirerek kategorize ettim. Yani yalnızca metinleri okumakla kalmadım; onları anlamlandırmak, kıyaslayabilmek ve görünür kılmak için analitik bir yapı kurmaya çalıştım.
Bu veri tabanı sayesinde, dönemler arası benzerlikleri ya da farkları, belli hastalık gruplarında öne çıkan tütsü içeriklerini veya belli coğrafyalarda kullanılan yöntemleri karşılaştırmalı olarak analiz edebildim. Kitabın yorum ve çözümlemeleri de büyük ölçüde bu kümelenmeler ve sayımlar sayesinde ortaya çıktı. Başka bir deyişle hem tarihsel hem sayısal bir yöntemle çalıştım
Araştırmalarınız sırasında sizi en çok şaşırtan ya da ezber bozan bilgi neydi?
Sanırım en şaşırtıcı olan tütsünün antiseptik amaçlarla kullanımının yalnızca belli bir coğrafyaya veya döneme özgü olmadığını; tam tersine, farklı çağlar ve kültürler boyunca şaşırtıcı bir ortaklıkla benimsendiğini fark etmem oldu. Salgın hastalıklar sırasında hazırlanan özel buhur reçeteleri, hastane prosedürlerine entegre edilen tütsüleme uygulamaları ve kamusal sağlık önlemleri, tütsünün sadece sembolik değil oldukça işlevsel bir halk sağlığını koruma biçimi olarak kullanıldığını gösteriyor.
Örneğin, Eski Türklerde otağa girmeden önce ateşin üstünden atlanarak arınma sağlanırdı. Antik çağlarda pek çok kültürde kalabalık törenlerden dinî festivallere kadar yaşam alanları dumanla “kötülüklerden” ya da “hastalıklardan” temizlenirdi. 17. yüzyıl İngiltere’sinde Büyük Veba Salgını sırasında yerel yönetimler, salgından ölenlerin odalarının mutlaka tütsülenmesini zorunlu kılmıştı. Osmanlı hastanelerinde ise özel “tebhir odaları” bulunuyordu. Tüm bu örnekler, dumanın arındırıcı ve dezenfektan etkisinin yüzyıllar boyunca kamusal sağlık politikalarına entegre edilmiş olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Tütsünün tarih boyunca sadece dinî ya da mistik amaçlarla değil doğrudan tıbbi gerekçelerle de kullanıldığını vurguluyorsunuz. Bu bilgilerin günümüz tedavi anlayışıyla bağlantısını nasıl kuruyorsunuz?
Bugünün fitoterapi ve aromaterapi dünyasında uçucu bileşiklerin antimikrobiyal etkileri zaten pek çok bilimsel çalışmayla ortaya konmuş durumda. Benim çalışmam ise koku ile tedavinin yeni bir keşif olmadığını, aslında çok kadim bir hafızanın devamı olduğunu gösteriyor. Yani binlerce yıl boyunca farklı kültürlerde, farklı hekimler tarafından benzer amaçlarla kullanılan bazı tütsü ham maddeleri, yalnızca geleneksel değil aynı zamanda tarihsel olarak da kolektif bir şifa deneyiminin ürünü.
Bu noktada benim önerim, özellikle birçok farklı tıp sisteminde veya aynı hastalık üzerinde kullanımı tekrar eden bazı ham maddelerin uçucu yağları gibi dumanlarının da -örneğin günlük, mür, ud, ardıç, sandal gibi- laboratuvar ortamında karşılaştırmalı olarak incelenmesi. Zira yalnızca sezgisel ya da geleneksel bilgilere değil bu uzun tarihsel sürekliliğe de dayanan hammaddeler modern tedavi anlayışımız için potansiyel bir köprü sunabilir. Geleneksel bilgiyle modern bilimi buluşturmak, daha bütüncül ve insan varlığına saygılı bir sağlık yaklaşımını mümkün kılar.
Türk ve Osmanlı kültüründe tütsü kullanımının bugünkünden çok daha katmanlı olduğunu söylüyorsunuz. Bu farkları biraz açabilir misiniz?
Bugün tütsü çoğunlukla bir ritüel veya hoş bir koku yayma aracı olarak algılanıyor ancak Osmanlı’da bu durum çok daha katmanlı ve işlevseldi. Kokular yalnızca estetik değil aynı zamanda sağaltıcı ve düzenleyici araçlardı. Mekânların arındırılmasından tutun da doğum ve ölüm törenlerine, hasta bakım odalarından çalışma alanlarına, hatta saray ahırlarında hayvan sağlığını korumaya kadar uzanan çok geniş bir yelpazede kullanılıyorlardı.
Bu çeşitlilik tütsünün Osmanlı toplumsal hayatında yalnızca sembolik değil, aynı zamanda fiziksel, psikolojik ve tıbbi bir rol üstlendiğini gösteriyor. Kısacası tütsü, kültürel hafızada hem görünmeyeni temsil eden hem de doğrudan somut fayda sağlayan çok yönlü bir araçtı. Bu çok katmanlılık, günümüzle kıyaslandığında oldukça zengin ve incelikli bir kullanım pratiğine işaret ediyor.
Sizce bugünün okuru bu kadim bilgiyle ne yapabilir? Tütsü, modern hayatın hangi alanlarında yeniden anlam kazanabilir?
Modern yaşamın getirdiği toksik yük, duyusal yoksunluk ve hız içinde tütsü, hem zihinsel hem de fiziksel düzeyde dengeleyici bir araç olarak yeniden değerlendirilebilir. Doğal tütsülerin sadece ritüel ya da nostaljik amaçlarla değil, gündelik yaşamda ev ve çalışma ortamlarını kokulandırma, arındırma ve duygusal iklimi düzenleme amacıyla kullanılabileceğini düşünüyorum ancak bununla da sınırlı değil. Tarımda ekim öncesi bazı tohumların mantarlara karşı korunmasında, hayvan sağlığı uygulamalarında ya da solunum yolu, sindirim sistemi, kadın ve deri hastalıkları başta olmak üzere tedavi protokollerine entegre edilerek klinik ortamlarda bile destekleyici olarak yer alabilir.
Elbette tüm bunlar, bilimsel bilinç ve farmakolojik etkiler gözetilerek yapılandırılmalı. Tütsü, geleneksel bilgi ile modern yaklaşımın kesiştiği yeni bir iyileşme dili kurabilir.
Tütsüyle tedaviye ilgisi olan ama nereden başlayacağını bilemeyen biri için ne önerirsiniz?
İlk adım, farklı tütsü dumanlarıyla kişisel bir bağ kurmak olabilir. Hangi kokular sizde rahatlama, canlılık, açıklık hissi uyandırıyor? Hangi tütsü dumanı baş ağrınızı hafifletiyor, hangi koku sizi huzursuz ediyor? Bu farkındalık, sezgisel bir şifalanma sürecinin de başlangıcıdır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de kullanılan ham maddenin doğallığı. Sentetik kokular yerine reçine, odun, yaprak veya çiçek gibi saf kaynaklardan elde edilen tütsülerle çalışmak, hem etkinlik hem de güvenlik açısından çok daha sağlıklıdır. Açık söylemek gerekirse yıllar içinde verdiğim tütsü atölyelerinde de gözlemlediğim üzere, sentetik tütsüler hoş koksa da çoğu kişide baş ağrısı, mide bulantısı gibi belirtiler yaratıyor.
Bilgi edinme konusunda ise tarihî tıp metinleri hâlâ en zengin kaynaklar. Kitabımda da incelediğim üzere, Türkçe veya İngilizceye çevrilmiş kadim metinler -özellikle İslam, Osmanlı, Greko-Romen tıp geleneğinden gelen eserler- hem kolay erişilebilir hem de bu coğrafyaya özgü yaklaşımları barındırıyor. Günümüzde tütsüyü sağlık amaçlı kullanan Ayurveda veya Geleneksel Çin Tıbbı uygulayıcıları bize maalesef hem coğrafi olarak hem de kullandıkları ham maddeler ile uzak kalabiliyor.
Ve tabi bu yolculukta dikkatli, bilinçli ve açık fikirli olmak çok kıymetli çünkü tütsü yalnızca burnumuza değil, belleğimize ve içsel dengemize de dokunan bir şifa aracı.
Bu araştırma ve yazma süreci sizi kişisel olarak nasıl etkiledi?
Bu süreç benim için yalnızca bir bilimsel araştırma değil aynı zamanda oldukça katmanlı bir duyusal yolculuktu. Tütsü, insanlık tarihinin bilinen en eski koku kültürü; duman aracılığıyla şifa aramak, doğayla ve görünmeyenle ilişki kurmak, dünyanın dört bir yanında farklı kültürlerde ortak bir hafıza gibi ortaya çıkıyor. Bu kültürel sürekliliği keşfetmek hem büyüleyici hem de dönüştürücüydü. Türk kültürünün bu anlamda taşıdığı zenginlik ise sadece uygulamalarda değil kullanılan buhurdanlıklar ve gümüş kaplar gibi sanatsal nesnelerde de kendini gösteriyor. Onları araştırmak, müze ziyaretlerinde farklı bir gözle görmek, çalıştığım dönemleri kendi gerçeklikleri ile hayal ederken bu arka plana tütsü uygulamalarını oturtmak bile başlı başına bir ilham kaynağıydı.
Araştırmalarım sırasında birçok reçeteyi birebir denedim; aktarlardan, yetiştiricilerden, kendi bahçelerimizden ya da doğadan bulduğum ham maddeleri evde karıştırarak tütsüler hazırladım. Dumanın kokusunu, dokusunu, mekânda bıraktığı izi gözlemledim. Bu sayede metinlerde geçen bilgileri yalnızca zihinsel değil, fiziksel ve duygusal olarak da içselleştirebildim. Hatta bu süreç, doktora tezimde geliştirdiğim bir formülün ticarileşmesine kadar uzandı: Yenilebilir tütsü olarak adlandırdığım, damakta hem aroma hem de ritüel iz bırakırken, köz üzerinde yükselen şifalı dumanlarla da insanlı telkin eden patentli bir ürün ortaya çıktı. Yani bu kitap, yalnızca geçmişi anlamak değil geçmişle bugünü de yeniden tasarlamak anlamına geliyor benim için.
Okurlar bu kitabı nasıl okusun isterdiniz? Bir referans kitabı olarak mı, bir keşif yolculuğu gibi mi?
Ben bu kitabı bir keşif yolculuğu olarak hayal ettim. Elbette içerdiği kaynaklar, analizler ve verilerle başvuru niteliği taşıyor ancak aynı zamanda okurun sayfalar arasında dolaşırken, bahsi geçen dönemleri ve o dönemde hastaları iyileştiren dumanların kokusunu hayal etmesini, hatta merak etmesini istiyorum. Bu, dura dura okunacak, zihinde kokuların ve mekânların canlanmasına izin verecek bir metin.
Kitabın içine serpiştirilmiş müze arşivlerinden alınan görseller ve tarihî belgeler, bu yolculuğu görsel olarak da destekliyor. Kimi okur reçeteleri merak edecek, kimi ise kültürel arka planı… Her okurun kendi ritmini bulabileceği, sezgisel olduğu kadar düşünsel bir serüvene de alan açan bir kitap olsun istedim.